Tarih Anasayfa
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

Medeniyetin Doğuş Sebepleri

Aşağa gitmek

Medeniyetin Doğuş Sebepleri Empty Medeniyetin Doğuş Sebepleri

Mesaj tarafından Admin Perş. Ekim 04, 2007 10:41 pm

Medeniyetin Doğuş Sebepleri MedeniyetMedeniyetler veya medeniyet meydana getiren kültür değerleri ,niçin, nasıl ve ne gibi şartlar altında ve hangi topluluklarda doğmaktadır?
Bazı kültürler maddî-mânevî alanlarda çeşitli kültür vasıta ve davranışları ortaya koyabildikleri hâlde, bir takım sosyal gruplar böyle bir varlık göstermekte güçlük çekiyorlar. Neden? Kültür tarihçileri için hayli müşkül başlıca incelemelerden biri bu olmuştur. Soruyu cevaplandırmaya çalışanlar arasında, Difüsioncularda gördüğümüz üzere, meseleyi coğrafî-iktisadî şartlara bağlayanlar olduğu gibi, metafizike müracaat edenler veya doğrudan doğruya şahis psikolojisini hareket noktası alanlar vardır.
Meselâ O. Spengler‘e göre “yüksek kültür”, esrarlı kozmik kuvvetlerin dünyadaki insan hayatına müdahalesinden doğar. Danilevsky‘ye göre , medeniyetin belirmesindeki faktörlerden biri, dil birliği ile bağlı kültürlerin siyasî istiklâli, öteki de bu gruplardaki etnografik malzemenin zenginliğidir Fakat her iki cevap da tatminkâr değildir, çünkü bir meçhulü çözmeğe çalışan Spengler meseleyi “daha karanlık ve karmaşık” hâle getirirken, Danilevsky de medeniyetin çekirdeği durumundaki “etnografik zenginlikten ne kastedildiğini, yâni bu zenginliğin vasfını açıklamamakta, üstelik her siyasî istiklâlin mutlaka bir “medeniyet” yaratacağı yolunda izahı güç bir iddiada bulunmaktadır.[1]
Toynbee‘nin ileri sürdüğü çözüm tarzı şudur: Medeniyetlerin ortayı çıkması ve gelişmesi;
<BLOCKQUOTE>

1. coğrafî çevre şartlarına;
2 toplulukta bir yaratıcı grubun var olmasına;
3 çevre ile insan arasında devamlı bir “meydan okuma” hâlinin mevcut bulunmasına bağlıdır[2].</BLOCKQUOTE>

Burada cemiyetleri durgunluktan dinamizme geçiren başlıca faktör olarak coğrafî çevreye ağırlık verilmesi dikkat çekicidir. Ona göre, çevre çok çetin ise büyük medeniyet ya doğmaz veya doğsa da gelişemez. Çevre çok elverişli ise, ona karşı koyabilmek için insanı gerekli gayrete zorlayacak ortam yok demektir. İnsan ne fazlası ile müsait, ne de aşırı derecede çetin olmayan şartlar altında “yaratıcı azınlık grup” vasıtası ile “meydan okuma” durumuna girer ve bu hâl devamlı şekilde yaratıcı kuvvetlerin daha da çeşitlenme ve gelişmesini sağlayarak, medeniyet seviyesine ulaşır[3]. Bu görüş hem tabiî, hem beşerî gerçeklere dayandığı için dikkate değer bir vasıf taşımaktadır. Nitekim insanda mevcut olan “mücadele” hassesi daha önceleri filozof E. Kant tarafından incelenerek, bunun (insan ile coğrafî çevre arasında değil, fakat insanların birbirleri, -yâni cemiyet- arasında) kültür zenginliğine, medenîleşmeğe doğru itici bir kuvvet teşkil ettiği belirtilmişti[4]. Ayrıca, kültürlerin doğuşu ve gelişmesinde coğrafya ve iklim şartlarının etkisi üzerinde çoktan beri durulduğu malum olduğu gibi, insandaki “mücadele” ve cehid hassesinin kültür değerleri ortaya koymada işgal ettiği mevkî, aşağıda göreceğimiz “Motivation” teorisi ile doğrulanmaktadır.
Bu konuda Sorokin‘in düşüncesi de, bilhassa insan unsuru bakımından tamamlayıcı vasıfta görünüyor. Ona göre, -kendi deyimi ile- mânalı-illî kültür bütünlerinin doğuşunda iki dereceli beşerî faaliyet (a. Zihinde tasarlama, b. Bu tasarının maddî taşıyıcılarda objektifleşmesi)[5] kültür değerlerinin ortaya konmasında insan unsurunun mühim yerini göstermektedir. Ancak belirtmek gerekir ki, Sorokin, insan faaliyetlerinin bu bakımdan verimli olabilmesi için, -Danilevsky’nin “siyâsî hürriyet” fikrine karşı olarak- “kültür hürriyeti” prensibini şart koşmuştur[6]. Ayrıca Sorokin’e göre, yukarıki iki safhada elde edilen sonucun “sistemli” bir kültür unsuru hâline gelmesinde bir üçüncü adıma ihtiyaç vardır ki, o da bu unsurun başka fertler arasında veya gruplar içinde yerleşmesi, yâni topluluk tarafından benimsenmesidir.
Buraya kadar verdiğimiz özetlerden de anlaşılacağı üzere, herhangi bir medeniyetin, daha doğrusu medeniyeti meydana getiren kültür değerlerinin doğuşunda başlıca üç faktör yer almaktadır:
<BLOCKQUOTE>

a Coğrafî çevre
b İnsan unsuru
c Cemiyet (topluluk)</BLOCKQUOTE>



A. COĞRAFİ ÇEVRE
Birinci faktör üzerinde ayrıntılı olarak durmağa herhalde ihtiyaç yoktur. Bir topluluğun hayatında ve kültürünün teşekkülünde bölge coğrafi şart ve imkânlarının: iklim, göller, denizler, akar sular, bitki örtüsü, tanın ürünleri,orman, mâdenler vb.nin; asalak, çiftçi ve çoban hayatı, yerleşme ve göç hareketleri, sanayi şekilleri gibi sosyal, iktisadî faaliyetlere ve dolayısiyle hukûkî, dinî vb. kültürel davranışlara ne kadar etki yaptığı aşikârdır ve hattâ İlmi konuda sosyolojide birçok bilginin meşgul olduğu başlı başına bir “coğrafya ekolü” teessüs etmiştir[7]. Ancak coğrafî faktörün medeniyet kuruluşunda kafi gelmediği bellidir[8]. Bu durum insan unsuru üzerine de eğilmemizi gerektirir.

B. İNSAN UNSURU
Bilindiği üzere insanın biri bedenî, diğeri ruhî olmak üzere iki yapısı vardır. Kültür ortaya koyma bakımından bu yapılar üzerinde ayrı ayrı durulmuş ve fizikî antropoloji tarafından ırk konusu işlenmiştir. Vaktiyle âdeta el üstünde tutulan “ırkçılık”ın (insan beden yapısının / cilt rengi, kafatası biçimi vb. / kültür yaratma ve kültür değerlerini benimsemede etkin rol oynadığı düşüncesinin) [9] bugün artık ilmî bir kıymeti olmadığı, kültürleşme veya medenîleşme eğiliminin daha ziyâde millî kültür unsurlarının (dil,din, gelenek, davranış vb.) bir nesilden ötekine aktarılması işleminden ibaret aile terbiyesi ve umûmî eğitim ile ilgili bulunduğu anlaşılmış[10], böylece üstün ırk, geri ve kabiliyetsiz ırk gibi bir tasnifin yanlışlığı ortaya konmuştur. Fakat yine de milletleri birbirinden ayıran bir soy faktörünün varlığı inkâr edilememiştir. Nitekim De Lapouge ve D. Ammon gibi sosyologlar fizikî yapı ve hayat şartları yönünden binlerce kişi üzerinde yaptıkları tecrübe ve müşahedelerde bazı soy özelliklerinin babadan evlâda geçtiği, soylar arası karışmalarda, toplulukların karakter değişikliğine uğradığı neticesine varmışlardır. Nüfûs hareketlerini inceleyen A. Coste da sosyal hâdise, teşkilât, din ve ekonomik problemlerin ilgili topluluğun damgasını taşıdığını belirtmiştir[11]. Millet dediğimiz topluluklar, atalarından devraldıkları millî kültür verasetine eklenen biyolojik kalıtımlar sayesinde ayrı “kişilik”ler kazanmakladırlar. Yüzyıllardanberi yanyana yaşamakta olan sınır komşusu milletleri bile birbirinden ayıran başlıca faktör de bu “kişilik” farklılığıdır. O hâlde, kültür ve medeniyet konusunda soydan gelen “millî seciye”ye de kuvvetli bir tesir payı tanınması icap etmektedir.
Kültür bakımından insan unsurunun diğer bir cephesi de şahsî davranış, yâni ferdî psikolojidir. Sosyal hayatın oluş ve gidişinde çevrede “biyolojik” tesirlerin rol oynadığını, fakat asıl faktörün insanın duyguları ve iç tepkileri olduğunu, kültürün gelişmesinde zekânın faal bir durumu bulunduğunu söyleyen Ch. A. Ellwood[12]’dan ve “içtimaî hâdiseler arzu, istek ve eğilimlere dayanan ferdî psikolojik faaliyetlerin, karşılıklı etkileri neticesidir” diyen G. Tarde dan sonra, bu sahada en kesin gibi görünen sonuca, H. A. Maslow tarafından çeşitli gruplara mensup fertler arasında yapılan uzun araştırmalar neticesinde varılmıştır denebilir. Bu denemeler insanın bir takım ihtiyaçların tesirinde olduğunu ve bu ihtiyaç’ların insanı harekete, faaliyete sevk etlen “iticilik” ( Motivation)gücü taşıdığını göstermiştir.

Admin
Admin

Mesaj Sayısı : 134
Kayıt tarihi : 30/09/07

http://fatihkaratas.4umer.com

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Medeniyetin Doğuş Sebepleri Empty Geri: Medeniyetin Doğuş Sebepleri

Mesaj tarafından Admin Perş. Ekim 04, 2007 10:42 pm

C. MOTİVATİON NAZARİYESİ

Maslow’ un araştırmalarına göre, insanın “ihtiyaçları” ehemmiyet sırası ile şunlardır:

1.Fizyolojik: Hayat için gerekli maddeler(su,şeker,tuz,protein,kalsitim,oksijenvb.) .Beden bunlardan herhangi birinde eksiklik hissederse, insan derhal o ihtiyacı karşılamaya girişir.

Aç olan insanın bütün zihnî melekeleri (şuur, idrak, muhakeme) karın doyurma çareleri üzerinde toplanır, başka şey düşünülmez olur. Böyle bir insan ekmeğe kavuşunca artık hiçbir arzusu olmayacağını sanır. Fakat doğru değildir.
Bu ilk fizyolojik ihtiyaç giderilir giderilmez aynı insan ikinci “ihtiyaç”ı duymaya başlar.

2.Emniyet: Bu defa insan korunma (can güvenliği, barınak vb.) yollarını arayan bir makine hâline gelir(yetişkin kimselerde oldukça örtülü durumda görünen bu ihtiyaç çocuklarda ve ilk gençlik çağındakilerde çok belirlidir).Topluluk hayatında meydana çıkan teşkilâtlanmalar, nüfuzlu kimselerin himayesine sığınma, huzur sağlamağa yönelik fikrî, felsefî akımlar vb. “emniyet ihtiyacından doğan faaliyet sahalarıdır.

3.Sevgi ihtiyacı (dost, arkadaş, sevgili edinme).

4.İtibar (çevrede takdir görme, şöhrete ulaşma). Bu ihtiyaç insanı cemiyette ehliyet sahibi olma, güç kazanma, kendini çevresine kabul ettirme faaliyetine sevk eder.

5.”Kendini gerçekleştirme” ihtiyacı.

Sayılan ilk dört ihtiyaç safhasında tatmin edilmiş duruma yükselmekle beraber insan, eğer psikolojik arzularını yerine getiremiyor, ferdî kaabiliyetinin icaplarını ortaya koyamıyorsa yine memnun değildir; “ihtiyaç” içindedir. Meselâ edebî duygusu kuvvetli ise şiir, roman, hikâye, piyes yazmalı; sese karşı hassas ise müzik eserleri bestelemeli, bir enstrüman çalmalı; san’atı cazip buluyorsa, resim, heykel, mimarî ile meşgul olmalı; teknik ile ilgili ise icatlar yapmalı; zihnî kapasitesi elverişli ise felsefe, ilim ile uğraşmalıdır. “Kendini gerçekleştirme” ihtiyacının giderilmesinde bir şahsın, gayesinin şart ve imkânlarına sahip bulunup bulunmaması önemli değildir, diyen Maslovv’a göre, insan hedefine varmak için kendini devamlı şekilde “bilme ve anlama” gayretleri ile takviye etmek ihitiyacındadır. İşte bu, yüksek kültüre yöneliş ve ilerleyiştir[13]. İhtiyaçlardan herbirinin yüzde yüz tatmininin şart olmadığı, bir ihtiyacın yarıdan fazlası giderilince, ondan sonraki ihtiyacın hissedilmeğe başlandığı Maslow tarafından teshil edilmiştir.

Motivation nazariyesinden şu sonuçları çıkarmak mümkündür:

Hangi şart altında ve nerede olursa olsun, sıralanan “ihtiyaç”ları karşılayabilen hangi herhanbi bir fert kültür yaratma iktidarındadır.

İnsanları hiçbirşey düşünmeyecek duruma sokmak için fizyolojik ihtiyacı temininden uzak tutmak kafidir.

Sun’i yoldan da olsa bir terör havasının baskısı altına alınan insanlar –daha yüksek seviyedeki sevgi ihtiyacı gibi beşer ve itibar ihtiyacı gibi sosyal tatminleri hatıra getirmeyecekleri için- kolayca her emre boyun eğen “sürü”ler haline gelebilir.

Maslow’un belirttiğine göre, dördüncü sırada yer alan “itibar” ihtiyacının karşılanması “hürriyet”i gerektirmektedir. Zira insan ancak bu safhada hürriyetin lüzümunu anlamakta ve –topluluk ölçüsünde ele alındığı taktide- bu anlayış, siyasi istiklal arzusu olarak ortaya çıkmaktadır

Psikoloji tecrübe ve araştırmanın ortaya koyduğu bu netice ile sosyolojinin vardığı sonuç arasındaki yakınlık dikkat çekicidir. Sorokin de medeniyetin doğması için “hürrüyet”in şart olduğunu ileri sürmüştü. Ayrıca onun “her kültür sistemini önce zihinde tasarlandığı” görüşü ile “Motivation”un beşinci ihtiyaç safhasında tespit edilen hususa uygun göstermektedir.

4.Son ihtiyaç safhasında her insanın kendi kültür çevresini aşamayacağı, ortaya konacak her kültürel gelişmenin milli kültr çizgisinde gerçekleşeceği unutulmamalıdır ki, burada “cemiyet”in rolü ortaya çıkar.

Ç. CEMİYET

Kültür unsuru, bir topluluk içinde ortaklaşa değer vasfını kazanan ürünler ve davranışlar olduğuna göre, fertlerin ortaya koyduğu kültür belirtilerinin cemiyet tarafından kabul edilmesi lazımdır. Bu itibarla kültürlerin doğup gelişmesinde cemiyetin tesiri kendisidir. G. Trade‘ın “taklid nazariyesi” bu noktayı açıkça belirtmektedir. Burada, topluluktaki karşılıklı sosyal münasebetler önemli rol oynar; aslı kültürle gelişmeyi fikir, görüş alışverişi sağlamakta, değerlerin cemiyetçe benimsenmesi, ayrıca kültür birikimlerinin gelecek nesillere aktarılmesı böylece mümkün olmaktadır. Sorokin‘in dediği üzere, medeniyetler ölümsüzlüğe bu yol ile ulaşır. Bir kültür sisteminde unsurlar artık şahısların münferit taktir ve davranışları olmaktan çıkmış, binlerce, yüzbinlerce insandan kurulu cemiyetin malı haline gelmiştir.. Dolayısıyla, böyle gelişen bir kültür bütününde fertler düşünce ve tutumlarını cemiyetin benimsediği çizgiye göre ayarlamak zorundadır. İşte bu, cemiyetin kontrol gücüdür. Cemiyet, kültür konusunda kendiliğinden “ayırt edici” bir organ gibi, yeni değerler karşısında hassaslaşarak, kendi yapısına, seciyesine, umumi telakkilerine uygun düşünenleri kabul, aykırı olanları reddetmektedir. Kültürler, topluluklardaki dikkat çekici bu sosyal olgu sayesindedir ki, karakterlerini bozmayan, mevcut değerlerlerle ahenkli şekilde yaşamağa elverişli yeni davranış ve ürünlerle aşılanıp canlanarak varlıklarını devam ettirirler. Milletlerin örf ve adetleri, ana-kültür kalıbına aykırı düşmediği için yeni katkılarla asıl karakterinden bir şey kaybetmeksizin hayatiyetini sürdürmeği başaran kültür birikimleridir.[14] Görülüyor ki, örf ve adetler, bazılarınca sanıldığı gibi taşlanmış, donmuş tutum ve davranışlar olmayıp, yenilenmelere tabidir ve ancak bozucu, karakter değiştrici ahlaki, dini, hukuki, vb. dış kültürel müdahalelere karşı cemiyette adeta bir emniyet subapı durumundadır.

Daha ziyade, tanınmış sosyolog E. Durkheim tarafından ısrarla müdafa edilen, topluluk hayatının bütün cephelerinde “cemiyet”in kesin hüküm sahibi olduğu ve fonksiyonun “cemiyet”te bulunduğu düşüncesinin coğrafi çevre, ırki seciye ve psikolojik alanlarında son yarım asırdaki ilmi araştırmalarla çok şey kaybettiği görülmektedir. Bugün kültür ve ortak medeniyet tek yanlı değil, sayılan türlü açılardan ele alınarak incelenmektedir. Burada, gerekli şartlar mevcut olduğu taktirde herhangi bir yerde, herhangi bir insanın kültür değeri koyabileceği hususunda Motivation teorisini hatırlatarak, Türklerin de, fert veya topluluk olarak, bu kaidenin dışında kalmasının düşünülemeyeceğini belirtmek ve mili Türk kültürünün tespit ve izahında; coğrafi çevre başta olmak üzere, eski Türk topluluğunun “insan unsuru” bakımından özelliklerini ve sosyal yapısında müşahade edilen hususiliğini hareket noktası yapmak zaruretine işaret etmek yerinde olacaktır.

Admin
Admin

Mesaj Sayısı : 134
Kayıt tarihi : 30/09/07

http://fatihkaratas.4umer.com

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Medeniyetin Doğuş Sebepleri Empty Geri: Medeniyetin Doğuş Sebepleri

Mesaj tarafından Admin Perş. Ekim 04, 2007 10:44 pm

Dipnotlar
1- Danilevsky’nin asıl maksadının İslav dünyasını kın laı inak okluğunu yukarıda söylemiştik.2– A. Tonybee, ayn. esr., s. 60 vd.
3 - A. Toynbee, ayn. esr., V - VII. bölümler.
4- Bk. M. Gökberk, Kant ile Herder’in Tarih Anlayışları, s. 90-105.
5 - Sorokin’e göre ilmî, felsefî veya ahlâkî, estetik, teknolojik sistemler önce yaratıcısının kafasında tasarlanır, sonra o tasarı objektifleşir, yâni meselâ bir kâğıda yazılır veya bir taşa işlenir vb.
6 - Sosyal Değişmeler, s. 26
7 - Tafsilen bk. Kösemihal, Sosyoloji Tarihi, s. 32-38. Coğrafî durum ve iklim şartlarının insan luıyıılı üzerindeki tesirleri meselesi hakkındaki düşünceler oldukça eski tarihlerde başlıyor goıünnuklı diı. Büyük İslâm tarih felsefecisi İbn Haldun Unvân’ül-İber adlı tarih kitabının ünlü “Mukaddime” (önsöz)sinde eski Grek coğrafyacısı Ptolemaios’un eserinden (yazılışı, M. 160-170 arası) ve lu/ı İslâm coğrafyacılarından faydalanarak yeryüzünü aş. yk. Ekvator’dan itibaren kuzey yarı küresini doğu-batı istikametinde 7 iklime ayırmış, bu iklimlerin herbirini 10′ar bölgeye bölerek, doğrudan doğruya coğrafî durum ve iklimin tesirleri altında yaşayış ve kültürlerini tanzim ettiklerini ilen sürdüğü her bölgedeki insan gruplarının zihnî faaliyet ve karakterini çizmeğe çalışmıştır (bk İbn 1 laldûn, Mukaddime, Türk. terc./M. E. B. Şark-İslâm Klasikleri Serisi, I, s. 106-227; ayrıca bk, / F. Kındıkoğlu, İçtimaiyat II. Metodoloji Nazariyeleri, s. 91-100). Bu sebeple İbn Haldun, ırkların doğuşunda, ahlâk ve seciyenin çeşitliliğinde en büyük faktörün iklimler olduğunu söyleyen “ddU ı minist” bir tarih felsefecisi olarak bilinir. Tabiî fizikî çevre faktörü için son olarak bk. A. Kul Ikıııı, Fındıkoğlu Armağanı, s. 149 vd.
8 - Bk. not 11. (Toynbee, eserinin gösterilen yerinde şunu da belirtmektedir: Avrasya bozkırlarındı hareketli bir hayat müşahede olunmuş iken, aynı besicilik ve çobanlığa çok elverişli olan mesel» Kuzey Amerika çayırlıklarında ve Avusturalya mer’alarında neden benzer beşerî faaliyetin p,» rülmemiştir?).
9 - Batıda biyoloji bilgini Linnaeus (1770′ler) ile kendini gösteren bu hareket, geçen asırda Comlc dr Gobineau’nun “tnsan ırkları arasında eşitsizlik” (L’Essai sur I’ine’galite’ des races humaints, Parlı 18.15) adlı eıeri ile ideolojiye bürünmeğe başlamıştı.
10 - Beyaz ırkın üstünlüğü hükmüne dayalı ünlü “Aryanizm” teorisinin tenkidi için tafsilen bk. S. M. Aı sal, Milliyet Duygusunun Sosyolojik Esasları, s. 27-40; A. Toynbee, ayn. esr., s. 50, 55.
11 - Tafsilen bk. N. Ş. Kösemihal ayn. esr., s. 49-74. Biyolojik faktör için son olarak bk. A. Kurtkan, aynı yer, s. 147. Tanınmış sosyolog V. F. Pareto (ölm. 1923)’ya göre de, “sosyal organizasyon, fertlere etkili olduğu gibi, bir cemiyetteki üyelerin karakteri sosyal organizasyona tesir eder”, ayn. esr., s.328 vd.
12 - N, Ş. Kösemihal, ayn. esr., s. 128 vd., 133 vd.
13 - Tafsilen bk. A. II Maslovv, “A Tlıcory ol Human Motivation”, Psychological Review, Sayı 50, s 370-390; Ayrıca, M, Turhan,ayn. esr., s. 37 vd. Fındıkoğlu Armağanı, s.219-22
14-Örf-adet ve bid’at meselelerin en iyi açıklaması için bk. Z. Gökalp, Örf Nedir*, s. 118-121. Levy-Bruhl tarafından kurulan “Science des moeurs” (örf-adetler ilmi) için bk. N.Ş. Kösemihal , ayn, eser., s. 260-265

Alıntıdır

Admin
Admin

Mesaj Sayısı : 134
Kayıt tarihi : 30/09/07

http://fatihkaratas.4umer.com

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Sayfa başına dön

- Similar topics

 
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz